
DOSTLUĞUN ÖNEMİ
Şu güvensizlik ve endişeler dünyasında her insan ve her millet için dostluk ekmek su gibi hayati bir ihtiyaçtır. Bu yüzdendir ki, dostluğu kendi vatandaşları arasında yerleştirmeyi, devletler ve milletler arası dostluklar kurmayı her devlet bir milli ülkü, politik gaye haline getirmiştir.
Bir memlekette dostluk yaşıyorsa orada emniyet, itimat, disiplin ve ahenk de vardır. Dost, ruhumuzun bütün açıklığı ile, huzuruna olduğumuz gibi çıkabileceğimiz, karşısında güvensizlik dolayısıyle tedbire ihtiyaç duymadığımız bir insandır. Kısaca o, sanki ikinci şahsiyetimiz, varlığımızdır. Dosttan mahrum olmak, çölde yapayalnız kalmak demektir. Yalnızlık çölü öyle fecidir ki, insan orada bir serap bile göremez.
Allah (c.c.) yarattığı akıl, irade ve hakimiyet nime-tiyle donattığı insana önce kendisi dost olmuş sonra da birbirlerine dost olmalarını öğütlemiştir.
Bir insanın gerçek dost olabilmesi veya bir yerde hakiki dostluğun kurulabilmesi için gerekli vasıflan şöyle sıralayabiliriz:
- Sevgi,
- İtimat, güven,
- Doğruluk, dürüstlük,
- Herkesin iyliğini istemek,
- Müsamaha, hoşgörmek, affetmek.
- Feragat-bazı istek ve eşyadan hemcinsi lehine vazgeçimek.
- Sabırlı olmak.
- Diğerbinlik (Diğergamlık), her yerde, her işte kendinden
- başkalarının da varlığını düşünmek, unutmamak,
- Ayıp örtmek, kusur gizlemek.
İnsan olarak birbirini sevmeyenler, doğru ve dürüst olmayanlar, yalnız kendim düşünenler, ne dost olabilir, ne de dost bulabilirler. Müsamahası olmayan, İslah ve düzeltme yerine şikayetle meşgul olanlar, affetmesini bilmeyenler, ayıp ve kusur teşhirine meraklı olanlar ne kendi yakınları arasında ne de başkalarıyla dostluk kuramazlar. Allah (c.c.) bütün insanlara sevgisini lütfetmiş ama onlardan bir kısmı nefret, nankörlük ve inkârla karşılık vermişler. Düşmanlıkta birleşmiş onu yaymaya koyulmuşlar. Allah'da onlara düşman; kendisini seven, inanan ve dostluğu bayrak edinenlere de dost olduğunu ilan etmiştir. Böylece Allah müminlerin dostu olmuştur. İnkarcılara gelince onların dostu yoktur. Müminler de birbirlerini dost edinmekle vazifelidirler.
Müslüman, müslümanın dostudur. Müslümanın ana-babası, bacısı, kardeşi, eşi, çocukları birinci derecede dostlarıdır. Önce bunları sevmek, bunlara güvenmek, bunların iyiliğini istemek zorundadır.
Bu arada, bir arada yaşadığımız insanların da iyiliğini istemek mecburiyetindeyiz. İnsanların hürriyet havasını bulandırmak, onları sanki sadece bize tabi, bize uy-duymuş gibi görmek dostluğa engel başlıca ahlâki kusurlardır. Günah üzerine birleşenler, ciddi ve devamlı dostluk kuramaz ve gerçek dost olamazlar. Çünkü dostluk, gıdasını faziletten, iyilikten ve güzel ahlâktan alır. Kin ve düşmanlıkların birleştirdiği, bu sebepten dolayı dost olanların neticesi birbirine düşman olmaktır. Allah; inkâr, günah ve isyanda birleşen toplulukları aralarında dostluğu kaldırmak ve düşmanlığı yerleştirmekle cezalandırır.
Bakınız şu dünyanın ve memleketimizin haline, Elhamdülillah herşey var. Ama bir şey yok:
SEVGİ ve DOSTLUK
Günah ve isyanda birleşmek cemiyette ihtirası hakim kılar. İhtirasın hakim olduğu yerde aç gözlülük vardır, tatminsizlik vardır, egoistlik vardır. Herşeyde kendisini düşünür, kendi haklarını korur, başkasını hiç düşünmez.
Bir dost hayal ediyor ve onun nasıl olmasını istiyorsak, bunun örneğini önce kendimiz vermeliyiz. Birbirimize karşı sabırlı, tahammüllü, hoşgürülü olmalıyız.
Bir kaç parça eşya, bir kaç kuruş pahasına dostluk lar bozulmamak. Ana-baba, evlat-kardeş feda edilmemelidir. Maddi kayıp ve zarar pahasına da olsa dostluğu devam ettirenler herşeyin sahibi Yüce Allah'ın dostluğunu kazanmış olurlar.
Dostluğumuzu bilhassa şu mübarek günlerde Allah'a itaat, ibadet ve iyilikte birleşerek pekiştirelim. Çünkü Âhiret'e intikal edecek, orada fayda verecek dostluk bu dostluktur.
Selâm dostlara...
DOSTLUĞUN DEVAMININ ÖNEMİ
"Eğer sizler, benim gerçek dostlarım olsaydınız, benim size verdiğim sıkıntıya sabreder, bırakıp kaçmazdınız."
Konumuzu işte bu söz teşkil ediyor. Son asrın âlimlerinden Allah rahmet eylesin Mevlâna Şibli Hazretleri hastahaneye yatırılır. Bütün tanıdık ve ahbap, bölük bölük ziyarete gelmeye başlar. Bunlar arasından, dostluklarındaki samimiyeti anlata anlata bitiremeyen, kendisi için her sıkıntıya katlanabileceklerini iddia eden gurubu denemek ister. Gene ziyarete geldikleri bir gün, daha önce tedârik ettiği küçük küçük taşlan çevresine oturmuş olan bu dostlarının üstlerine atmaya, onları taşlamaya başlar.
Bu davranışı bir hakaret sayan dostlar protesto mahiyetinde kalkıp giderlerken, "kendisini Allah için ziyarete gelen bizleri taşlaması ona yakışır şey midir, herhalde bu zat bunamıştır." diye konuşurlar. Ertesi gün Mevlâna Şibli onları hususi olarak davet eder, rica minnet ve lütfen gelirler. Kızgın yüzler ve dargın tavırlarla çevresine otururlar. Ve Şibli, konunun özeti olarak başa aldığımız sözü onlara söyler. "Eğer siz benim gerçek dostlarım olsaydınız, benden gördüğünüz ters harekete, verdiğim sıkıntıya katlanır, hemen bırakıp kaçmazdınız."
Geçenlerde görgü, tefekkür, anlayış, kabiliyet ve seviyesi yüksek bir seçkinler gurubu arasında oturdum. Onlar memleket şümul dertler içinde en çok şundan müteessir oluyor, şikayet ediyorlardı. Sevgiyi unuttuk, birbirimizi sevmez ve sevemez olduk. İnsanları birbirine bağlayan iki duygu var:
Menfaat hissi, İman duygusu.
Menfaat birliği, maddi bakımdan herkesi tatmin etme işi sağlamış olsa bile bu yol, insanları ideal düzeyde birbirine bağlayamaz. Büyük rekabet, korkunç, vahşi çatışmaları önleyemez. Ancak iman duygusu, ideal seviyede insanları birbirine bağlar, rekabeti birlikte kalkınma yansına, düşmanlığı da dostluğa çevirir.
Bütün mesele insanın yaratılışının hikmet ve sırrına ermesindedir. İslam kelimesine gönül vermiş her mutlu kişi, önce bu görünen hayatın faniliğine iman eden asıl ve gönlümüzce hayatın ölüm dediğimiz manevi göç ile başlayacağına inanan kişidir. Dünya mihnetler, çileler, sıkıntılar alemidir. Kuvvetli bir irade ile çalışmak mücadele etmek suretiyle Allah'ın gösterdiği istikamette hareket ve nefsin hoşuna gitmeyen şeylere karşı sabırlı tahammüllü olmak müslümanın hayat felsefesidir. Yaratılışın hikmeti,
sırn budur. İnsanın en büyük derdi, çilesi her ferdin düşünce, karakter ve mizaç bakımından birbirinden farklı yaratılmış olmasıdır. Her insanın bir çok yönlerden diğerine ters düşmesi fıtri ve hılki bir zarurettir. Kur'an'ın ilgili ayetlerini görelim:
" Biz Adem ile Havva'ya «Anların şahsında gelecek nesillere hitaben dedik ki, haydi ininiz yeryüzüne, bazınız bazınıza düşman olarak."
"Bir çok bakımlardan bazınızı bazınıza iptilâ, sıkıntı ve dert olarak yarattık. Bu bir imtihandır. Bu imtihanı kazanmak için sabır ve tahammül göstermek gerekiyor. Birbirinize karşı sabrader misiniz; kazanmak istiyorsanız sabır ve tahammül etmelisiniz."
Bu alandaki sabır ve tahammülün karşılığı maddi değil manevidir. Dünya kazancı değil, ahiret kazancıdır. Birbirimize sabretmek, tahammül göstermek, hoş görmek; korkaklık, ahmaklık değil akıllılık, ince bir zeka eseri, hayat bilgisi, insan sevgisi, iman ve Allah'ın buyruğuna teslimiyet eseridir. Asnmızdaki çatışmalara bakınız. Hepsi menfaat çalışmasıdır, maddi anlaşmazlıktır. Yani feragat ve fedakârlığın daha kolay ve mümkün olduğu davalardır. Bu yolda iradeyle yapılacak her sabır ve hoşgörü hasretini çektiğimiz sevgi ve kaynaşmayı aynı zamanda ebedi saadeti bize kazandıracaktır. Peygamberimizin gerçek müslümanlığı sorana verdiği cevabı bilirsiniz:
- Sana kabalık edene yumuşak davranmak,
- Seni unutanı senin araman,
- Seni mahrum edene senin ikram etmendir.
Bir fazilet yansına girmişiz. Sulhu isteyenlerle kargaşalığı isteyenler. Biz insanlığın hayranı isteyen birlik ve beraberliğini, dostluk ve islamiyetin insanlar arasında yayılmasına hizmet eden kişiler olarak profesyoneliz. Buna rağmen durmadan karşı taraftan gol yiyoruz. Yarışı onlar kazanıyorlar. Futbolda yenilen takımlardan birinin teknik direktörü şöyle bir lâf söylemiş: "Bir profesyonel, ceza sahasına girdiği zaman öleceğini bilse de onu göze alıp golü atmalıdır." Bir oyun için gerekli olan bu söz çok düşündürücüdür. Gerçek hayatta dostluk ve fazilet kazanmalıdır.